Delikanlı böyle olunur!
Delikanlı adamın görüşü keskindir. Bütün renkleri en ince tonlarına kadar görür, hem hoş görür, hem derinlemesine görür. Bilir ki güneştendir her renk; farklı da olsa, aykırı da dursa, kendince, kendi halince bir ışık sunar renkler. Öyle doğuştan renk körlüğüne mahkûm olmuş garipler gibi, her şeyi ille de kendi gördüğü renk içine tıkıştırmaya çalışmak delikanlıya yakışmaz.
Yeryüzünde Rum bebeklerin mavi gözleri de, Kürt bebeklerin sarı saçları da, Türk bebeklerin ak elleri de sevilesidir. Kızılderili oturan boğa da, sarı tenli Hiro da, kara tenli Uko da, soluk benizli Rachel de rahmet güneşine aynı mesafede durmaktadır, şefkat ırmağının yatağında yıkanmaktadır. Delikanlı adam sınır tanımaz. Yeryüzünün her köşesine adım atmaya hakkı olduğunu bilir. Yurtiçi de yurtdışı da aynı derecede “cennet”tir.
Vatanını politikacıların çizdiği çizgiye göre değil, kalbinin aşk kanatlarını açıp açamamasına göre, düşüncelerini bir kelebek gibi özgürce uçurup uçuramadığına bakarak belirler. Bilir ki, Peygamberin arkadaşları Mekke’de, hem Kâbe’nin yanı başında oldukları halde, hem de Hz. Peygamber’in[asm] dizi dibinde yaşadıkları halde, gerektiğinde müslüman olmayan ancak adil bir kralın yönettiği Habeşistan’ı vatan eyleyebildiler. Yok öyle huysuz ihtiyarlar gibi, zaten Allah’ın mülkünde olan ülkelerin taşına toprağına küsmeler, göğünü yermeler, güneşini beğenmemeler...
Delikanlı adamın kalbi dupdurudur, dipdiridir. Aşkını mala mülke göre ayar etmez. Sevgisini ırkına, kanına, memleketine göre taksim etmez. Muhabbetlerini çıkarların, yaranmaların, yalakalıkların terazisinde tartmaya kalkmaz. Sevdi mi adam gibi sever; “adam”a muhabbet eder, “insan”ı sever. Tenin sığlığına sığıştırmaya çalışmaz aşkını. Gövdenin kuytularına düşürmez muhabbetini. Suretlerin tuzağına kaptırıp ucuzlatmaz sevgisini. Kadının kişiliğini dişiliğine indirmez. Dişiliği beden parçalarına bölüştüren sözde güzelliklere razı olmaz. Fazlasını ister; azla yetinmez. Hazlarını tene yapıştıranların eksilerek h/az alacağını bilir. Kişilik bekler sevdiğinden, kişilikli sever. Teninin değdiği yere ruhuyla akın eder. Kalıbını koyduğu yerde kalbiyle de var olur.
Delikanlı adamın sevinçleri de hüzünleri de büyük olur. Kalbini duvarların berisine, sınırların gerisine hapsetmez. Kapının dışındakilerle de ilgilidir. Sınırların ötesindekilerle de nefes alıp verir. Sadece yakını görüp uzakları vurdumduymazlığın, ilgisizliğin, sevgisizliğin körlüğüne itmek yakışmaz delikanlıya. Hayallerinin uzandığı yere kadar uzanır ülkesi. Özlemlerinin yükseldiği her zirveye umutlarının bayrağını asar. Bağdat’a düşen bombaları Bursa’ya düşmüş gibi dert edinir. Bosna’nın yetimleriyle ağlar. Necef’in şehitleriyle teselli bulur. Beyrut’ta uykuları füze çığlıklarıyla delik deşik edilen bebelerin ateşli alnında gezdirir ellerini. Kendini doğduğu yere göre tanımlamak delikanlılığın defterinde yazmaz.
Başını toprağından yukarı kaldırır. Bakışlarını herkesi ve her yeri görmek için yukarıda tutar. Hemşerilerinin yanında bir başka sevindirik olur olmasına -ki bunda ayıplanacak bir şey de yoktur. Ancak, asıl yurdunu büyük büyük büyük... babasının yurdu bilir. Adem’in[as] gözlerini hayata açtığı yeri, yani Cenneti, yani sonsuzluğu, yani ebed ülkesini asıl yurdu bilir. Kendini kendine “Cennetli” diye tanıtır da, “Cennetlik” olmak için yapılacakların ince hesaplarıyla incelir, yücelir. Eninde sonunda yurduna döneceğini bilir. Bilir de, elini asıl yurduna yakışır işlerde tutar, dilini asıl vatanında sonsuzca çınlamaya değer sözlere vurur.
Delikanlı adam sözünün arkasında durur. Haramı helâli bilir. Haramı kendisine kuru bir yasakmış gibi sunanlara aldırış etmez. Harama el uzatmamayı, yalana tenezzül etmemeyi, boş sözlerle oyalanmamayı, sınırlarından öte sarkmamayı Rabbine verdiği sözün hatırı sayar. Helalle yetinirken, kendine ait olmayana el uzatmamayı ilke edinirken, sıradan bir kısıtlanmışlık duygusuyla, istemeye istemeye değil, angarya yükleniyormuşçasına hiç değil; verdiği söze ve söz verdiği Zat’a hürmeti gereği seve seve, koşa koşa, coşa coşa yaşar.
Senai Demirci
Yer imleri