Kültür savaşlarından bahsedilen bir yüzyıldayız ve artık silahlar yerine kültürel değerlerinizle mücadele meydanına atılıyorsunuz.
Bu savaşı kaybedecek olanlar, hayatın diğer alanlarında da kayıpta sayılacaklar. Savaşı kimler mi kaybedecekler? Söyleyelim: Öncelikle, kültürel birikimi ve geçmişi olmayan kişi/kurum/uluslar. Sonra birikimi ve geçmişi olduğu halde bundan haberdar olmayan kişi/kurum/uluslar. Türkiye'miz halihazırda bu ikinci kategoride yer almakta, maalesef kişi ve kurumlarının pek çoğu da, sahip olunan kültürel değerler ve medeniyet birikiminden bihaber ve bigane yaşamaktalar. Bu biganelik sürdükçe el'an azınlıkta olan bir bakış açısı ülke nüfusunun çoğunluğunu küçümsemeyi, aşağılamayı, onları gelişmemişlikle suçlamayı sürdürecek ve bu çatışma noktası başka alanlara da sirayet ettirilecektir.
Marx "Sanat paradır" der. Osmanlı bunu "sanat saltanattır" biçiminde ifadelendirip sanat ile parayı; sanatçı ile sermayedarı buluşturma yoluna gitmişti. Buna eskiler himaye derlerdi. Avrupa'da Rönesans sonrası bütün güzel sanat alanları bu himaye sistemiyle gelişti ve Avrupa devletlerinin kültürel gelişim tarihi hep buna paralel yürüdü. Bugün Batılı ülkelerin kültür ve sanat yönünden Doğulu milletlere üstün çıkmasının sebeplerinden başlıcası, bu sistemde devamlılığın (sponsorluk) sağlanıyor olmasıdır. Atalarımız bir zamanlar bunu "marifet-iltifat" ikilemiyle yaygınlaştırmıştı. Yani marifet iltifata tabi idi ve müşterisiz meta zayi kabul olunurdu. Evinde yoğurdu olduğu halde sokaktan geçen yoğurtçunun ticareti yürüsün diye yoğurt satın alan ev hanımının zarafeti ile, günlük ihtiyacından fazla parası olan bir beyefendinin parası oranında bir sanat eseri satın alarak o sanatın yaşamasına katkı sağlaması, aynı ince anlayışın eseri idi. Bir zamanlar bedii düşünceler ve zarif uygulamalarıyla kültür ve sanatı kemale erdirmiş nesillerin torunları olan bizler, maalesef kabalıklarından sıyrılamayan, zevk-i selimin ne olduğunu bilmeyen, zengin olmayı adam olmak zanneden bir hayatı benimsedik.
Türkiye'mizde bazı mahalleler birtakım plaza semtleri tarafından, pantolonunun dizinde namaz izi olanlar, frak ve smokin giyenler tarafından köylülükle, az gelişmişlikle, zevk yoksunluğuyla suçlanır ve hep horlanırlar. Hakikat midir? Asla. Hakikat payı var mıdır? Mutlaka! Bir bakalım; dürüstlük, erdemlilik, insaniyet, yardımseverlik vb. toplumsal tavırlar hâlâ o köylü zannedilen kitlenin yüksek seciyesinde demetlenmiştir. Göbeğini kaşısa, kaba ve nasırlı olsa da, onun eli vermeye diğerlerinden daha alışkındır. Operaya gitmese, bienaller dolaşmasa da, o zevk yoksunu denilen adam hak hukuk bilir, vicdanıyla barışıktır. Barışık olmadığı alan ise kültür ve sanat konularıdır. Oysa vermeye alışkın ellerin parmakları sanata aşina olsa az şey midir? Bienal ve kokteyllerde kendilerini yabancı hissedenler birazcık zevk sahibi olsalar kötü müdür?
Hele bir bakınız!.. Bazı vatandaşlar kara budun halkı itham etmek için kültürel alanda veryansın bir pervasızlık göstermiyorlar mı? Şu anda AK Parti hükümetinin yumuşak karnı burası değil mi? Hükümet olsun, AK Partili belediyeler olsun, sanatsal etkinliklerinde kendi kimliklerini temsil konumundan uzakta değiller midir? Buna rağmen o çevrelere yaranabildikleri söylenebilir mi? Sebep basit! Geldiği gelenek tamam yüz elli yıldır kültür ve sanatı bir kenara bırakmış vaziyette. Bu yüzden hükümetin kültür sanat vizyonu sol gelenekten bir sayın bakana teslim edilmiş durumdadır. Neden mi? Cevap basittir; bu ülkede muhafazakarlar zengin de, patron da, bilim adamı da oldular, iktidar bile oldular, ama bütün bunlar olurken kültürlerini ıskaladılar, (az sayıda ama yüksek kalitedeki yazar, şair ve sanatçıları tenzih ederim) sanatçı olamadılar. Onlar da haklıydılar; daha yakın zamana kadar başlarını doğrultup ayakta durma mücadelesi vermekle meşgul idiler. Yıllardır yaklaştırılmadıkları semtlerde işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmekle meşgul idiler. Üstelik de ne bir yol gösterenleri, ne de ellerinden tutanları vardı. Ama atılım sonuç verdi; bir iç dinamik, bir azim kapladı içlerini ve büyük adamlar olup büyük büyük mevkilere geldiler. Yavaş yavaş devleti ve kurumlarını tanıdılar. Çok geçmedi, güvenin sahibi oldular. Bunu güç sahibi olmak izledi. Velhasıl çok şey oldular ve elbette çok oldular. Yazık ki bu arada kültürel anlamda kendileri olmayı unuttular. Bu yüzden bu toprakların öz kültürünü devşirecek yaklaşımlardan uzakta kaldık. Zengin giyindik ama zarafet gösteremedik, pahalı evlerde oturduk ama zevksiz döşedik. Gönüllerimizde oluşan açlıkları tiyatroya giderek, galeri gezerek, sanat eseri üreterek değil de ailecek alışveriş merkezlerinde eğleşerek gidermeye çalıştık. Amerikan filmleri seyredip hamburger yiyerek gidermeye çalıştık. Aile ortamında bu ay hangi sanatsal etkinliklerin gündemde olduğu da, hangi kitabın okunması gerektiği de asla sohbet veya tartışma konusu olmadı. Vah ki kendimizi yeniden inşa edesiye kadar da olmayacak!..
Yer imleri