Edeb, Allah’ın rızâsına uygun ahlâk, dinin gerekli kılıp aklın da hoş gördüğü hareket ve sözlerin hepsidir. İffet, zarâfet, nezâket, adâletin tatbiki, yumuşak davranma ve insaf gibi güzel vasıfların tümünü ifade eden bir tabirdir.
Şahsiyetli ve kâmil bir insan olmak, insanlarla iyi geçinmek için güzel ahlâk ve edebli olmak gerektiği gibi, Cenâb-ı Hakk’a lâyıkıyla kulluk edebilmek için de “edeb” şarttır. Çünkü farzları tam olarak yapabilmek için vâciplere, vâcipleri hakkıyla yerine getirebilmek için sünnetlere, sünneti gerektiği gibi yapmak için de müstehab ve âdâba (edeblere) riâyet edilmelidir.
Kur’ân-ı Kerîm indirildiği toplumun her bakımdan seviyesini yükseltmeyi hedeflemiş ve câhiliye insanlarına pek çok hususta edep ve incelik öğretmiştir. Peygamber Efendimiz’e nasıl hitap edileceği, o mübârek insanın evine nasıl girilip nasıl misafir olunacağı, çocukların, anne-babalarına karşı nasıl bir edeb ve hürmet içinde bulunması gerektiği gibi bir çok husus, tafsîlâtıyla âyet-i kerîmelerde bildirilmiştir.
Osmanlı Devleti de, Kur’ân-ı Kerîm’in tâlim ettiği bu ve benzeri edebler üzerine çok hassas bir şekilde durmuş, âdeta toplum hayatının her safhasını edeb imbiğinden süzerek düzenlemiştir. Şehirleri kurarken, insanları yetiştirirken, hatta savaş meydanlarında bile bu edebin izlerini görmek mümkündür. Onlar, dinin bütün mukaddes değerlerine hürmet göstermişler, ayrıca beşerî minâsebetlerde alışverişten eğitime, selâmlaşmadan vedâlaşmaya kadar hayatın her karesinde dengeli ve hassas edeb ölçüleri koymuşlar ve bunları uzun asırlar boyunca tatbik etmişlerdir.
Onlar, Peygamber Efendimiz’in “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini” hiçbir zaman unutmamışlardı. Daha da ötesinde bu güzel ahlâkın en canlı örneklerini fert ve toplum hayatında bir bütün olarak yansıtmayı şiar edinmişlerdi.
“Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Giy ol tâcı emîn ol her belâdan”
beytini kendilerine düstur edinerek edebe, güzel bir elbise ve koruyucu bir zırh olarak bürünmüşler, hem kendileri güzelleşmişler ve hem de yaşadıkları devri ve mekânı güzelleştirmişlerdi.
Ama gel zaman, git zaman toplumun savrulduğu değerler anaforu; pek çok güzel şeyle birlikte «edeb»i de yok etmiş. Artık fert ve toplumlar; edeb, ahlâk ve iman gibi, insanlık haysiyet ve şerefini koruyup mükemmelleştiren her şeyi fuzûlî görüyorlar.
İnsanlık tarihinde kadının yeri hep konuşulmuş-tartışılmış. Kimi toplumlarda kadın kutsanmış, hatta tapınılan ilâhlar olarak kabul edilmiş. Bazı topluluklarda ise, erkeklerin üzerinde yöneten bir güç olmuşlar. Kimi dönemlerde de cadı îlân edilerek öldürülmeye kalkışılacak kadar aşağılanmışlar..
Kadın üzerinden pek çok senaryo yazılmış Hazret-i Havva’dan bu yana ... Ve kadın, birçoğunda bilerek baş aktör olmuş ya da arka planda, kendi adına yazılanlardan habersiz verilen rolü sorgulamadan oynamış.
Hakikatte hanımlar, toplumun en önemli yapıtaşlarıdır . Bu yapı, orjinal hamurunun dışında, öz benliğine zarar verecek bir kirlenmeye uğrarsa, toplumun sağlam kalesi olmak yerine yıkılış merkezi konumuna gelmiş olur.
Yer imleri