3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Hybrid View

  1. #1
    Üye
    Üyelik tarihi
    22.11.2009
    Yer
    ANKARA
    Yaş
    60
    Mesajlar
    44
    Teşekkür
    8
    Aldığı Teşekkür
    65

    Standart Bir gezinin ardından...

    Ağustosun ortalarıydı vize işlemlerinde bir sorun çıkmadı, uçak bileti derken artık havaalanındaydım, x ray denen görüntülü kapıdan geçtikten sonra bilet ve yük kontrolünü yaptırıp son işlem olan pasaporta polis memurunun çıkış damgasını vurması yolculuk başlıyor anlamına geliyordu.
    Yolcuları uçağa götürecek otobüsler aprona yanaştığında bütün yolcular sanki yetişemeyecek telaşıyla olanca hızıyla açık olan bütün kapılardan binmeye başladılar, belki binince anladılar acele etmelerine gerek olmadığını bir hayli bekledik. Uçağın merdivenlerinden çıkarken kendi kendime düşündüm acaba kuralları bildikleri halde neden herkesin elinde el bağajı ama onlarda uçakta götürmeye elverişli olmayan basit paket yapılmış hoş olmayan görüntüsü olan eşyalar. Uçaktaki yerimi önceden ayırttığımdan cam kenarıydı benim yerimde on yaşlarında bir çocuk oturuyordu orta koltuk boş kenarda çocuğun babası müsaade istedim yerime geçmek için (cam kenarına)baba çocuk orda oturmak istiyor dedi bir anda düşündüm karşımda masum bir çocuk ama aynı zamanda da başkalarının hakkına saygı gösterilmesi, eğitimin o yaşlarda başlaması gerektiği olgusu yanlışı düzeltmem gelecekteki yanlışları önleyecekti öylede yaptım. Yolcuların genel portesi izin dönüşü çalışan kesimden oluşuyordu, fakat dönüşün verdiği sitrestenmi yoksa bir başkaldırımı dokunsan patlayacak gibi sinirli halleri dikkati çekiyordu. Uçak tam zamanında kalktı artık kendimizi Türk Hava yollarının tecrübeli uçuş ekibine emanettik. Sorunsuz bir yolculuğun bitiş anına yaklaşmıştık uçak piste indiği an nedense bütün yolcular oturduğu yerlerinden kalktı el bagajlarını aldı inmeye hazırlardı oysa uçak aprona en az otuz dakika sonra yanaştı o acele nedendi pek anlayamadım. Bagaj alım işleri de yine bir koşturmacayla devam etti. Bizim uçakla aynı anda inen Litvanya yolcuları bir başka kontrol noktasından geçiyorlar, o anda bir kıyaslama yaptım polis bizim yolcuları daha detaylı inceleniyor Litvanyalılar adeta elini kolunu sallayarak kontrol noktasından ayrılıyor, onların sırasına geçtim ve bende transit yolcu veya AB vatandaşı sanılarak polis kontrol noktasından çıktım. Dışarıda gecenin o saatinde (saat gecenin üçü) abim ve yeğenlerimi görmek başka bir duygu, artık Köln macerası benim için başlamıştı. Köln Alman yanın kuzey bölgesinde adeta bir sanayi ve kültür şehri aynı zamanda Türklerinde yoğun yaşadığı kendi kültürlerini de yaşattığı bir kent. Türk Mahallesi, Ren nehri üzerindeki teleferik spor kompleksleri hayvanat bahçesi tarihi yapıları hafızamda kalan yapıtlardı. Tabi abimin o güzel bahçesini ve bahçedeki evide unutmamak gerekir piknik yapmak ve dinlenmek için idiaal. Dörtmuntta yeğenlerimi ziyaret gezinin güzel anılarındandı. Tabi buradan Luxsenburg gezisinin bende ayrı bir anlamı var gece yolculuğu planlamadan gitmek birde gidilen yerin güzelliği eklenince doyumsuz güzellikler kendiliğinden ortaya çıkıyor. Kaldığım bir ayda en çok güneşi özledim desem yanlış olmaz en güneşli olması gereken zamanda gitmeme rağmen güneş bana küstü. Artık geliş zamanıydı yine bir gece yolculuğunun ardından sabah Esen boğadaydım iliklerime işlemiş serin havanın etkisiyle giymek zorunda olduğum monta gerek yoktu sıcak hava insanın ruhuna işliyordu. Bana orda birçok fedakârlıkta bulunan abime, yengeme, yeğenlerime sonsuz teşekkürlerimi iletirim.
    Yurdumun insanlarını genelde ekonomik sebeplerden dolayı doğduğu yerlerden koparak yurt dışına gitmişler onların da çocukları oralarda doğmuş kültürel yaşama farkından kaynaklanan oldukça çok sorunların olduğu kanaatindeyim ilk veya ikinci kuşakta dil sorunu ve bir gün mutlaka dönme planları, üçüncü kuşaktaki gençlerin iki kültürün arasında kalmaları, bunları benden daha iyi gözlemleyen yurtdışında yaşayan okuyucuların eklemesi bizleri daha iyi aydınlatır düşüncesindeyim.
    Bir öyküyle veda edelim sağlıcakla kalın.

    Adnan KÜTÜK


    BABA...


    Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi... Babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

    Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

    Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

    Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

    Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

    Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

    Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

    Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

    Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.

    Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

    Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

    Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu... Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum...
    Konu Adnan Kütük tarafından (27.11.2010 Saat 15:35 ) değiştirilmiştir.


  2. Facebook Adınla Yorum Yap

  3. #2
    SITE YETKILISI
    Üyelik tarihi
    01.01.2005
    Yer
    ALMANYA / Neuss
    Yaş
    39
    Mesajlar
    219
    Teşekkür
    529
    Aldığı Teşekkür
    315

    Standart

    güzel paylasim ellerine yüregine saglik
    "Ya Rabbi, Senden Ne Gelirse Makbulümdür. Hoştur Bana Senden Gelen, Ya Hıl'at ü Yahut Kefen; Ya Taze Gül, Yahut Diken, Lütfun da Hoş, Kahrın da Hoş.

  4. #3
    Yeni Üye
    Üyelik tarihi
    09.02.2011
    Mesajlar
    2
    Teşekkür
    1
    Teşekkür almış : 4

    Standart

    Değerli abim öncelikle yazın ve öykün için sonsuz teşekür ederim.

    Öncelikle yapmış olduğun almanya yolculuğuna gelirsek litvanyalılar başka kapıdan geçerler tabii biz ne yapıyoruz buradan giderken salça,bulğur,yoğur,yumurta,üzüm,pekmez, vesselam aklına gelen bütün gıdaları götürüyoruz sanki köy otobüsünde yolculuk yapıyoruz poliste haliyle aramak zorunda kalıyor umarım sen elini kolunu sallayarak çıkmısındır kapıdan litvanyalılar gibi

    Öykün de çok güzel ve çok anlamlı anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az demek gerek bu öyküyü için cevremizde aşağı yukarı buna yakın öyküler yaşanıyor insallah bunun gibi öykü yasanmaz artık Anne ve Babalarımızın değeri öbür dünyada bile ödenmez

    Sayğılarımla.

 

 

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •