“Ayrılık”tan “Ölüm”e
Ayrılık, sensizlik!
Ayrılık, taşınması en zor yük.
Ayrılık, dinmez yürek sızısı.
Ayrılık, çakır dikeni. Zaman bile, bu dikenin kalpte açtığı yaraları asla kapatamıyor.
Ayrılık, şifasız hançer yarası.
Ayrılık, sensizlik…
Ayrılık, kapımdan ırak durmasını istediğim düşman. Sadece kendi kapımdan değil, bütün kapılardan uzak olmasını istediğim yürek sızısı.
Yoksulluk, sensizlik.
Yoksulluk bulutların kaçması, yağmurların yağmaması.
Yoksulluk, gözlerinden uzak olmak, sesini duymamak.
Yoksulluk dolunayın kaşlarını çatması, güneşin ferini kaybetmesi.
Yoksulluk, turnaların hiç görünmemesi.
Yoksulluk, çölde serap bile görememek.
Serap bile…
Yoksulluk, sensizlik!
Ölüm, sensizlik!
Sen yok musun, inan, yaşamıyorum.
Karanlık tünellere düşüyorum o zaman. Nokta kadar ışığı olmayan tünellere. Çıkışı mı? Nerde?
Ölüm, hiçbir kapıyı açık bırakmaz ki…
Ölüm, ebedî ayrılık.
Sonsuz hasret bahçesi.
Bu hasretlerden bazıları, bir gül goncasına dönüp ya da mis kokulu nergis olup dal dal açıyor belki.Belki…
Ölüm, hiç duyulmayan çığlık.
Dem tutan binlerce bülbülün yüreğindeki nağme.
Ölüm, ebedî yoksulluk.
Ölüm hem ayrılığın, hem yoksulluğun ikiz kardeşi.
Yanlış mı söyledim, ne? Üçüz kardeşi, üçüz…Yol başlarını tutmuş
Karac’oğlan’ın gözyaşlarıyla ısladığı iniltilerini mi duyuyorum ne?
“Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”
Yer imleri